25 Haziran 2012 Pazartesi

HABABAM



Orhan akşam geçen gün beklenmedik şekilde ve inek şaban değilse de güdük necmi tadında masanın altından çıkınca hep beraber hababam sınıfının tünel sahnesini hatırlayıp güldük: "aa mahmut hoca ! arkadaşlar gelmeyin, tünelin bu ucu bombok bir yere çkıyor....." orhan akşam masanın altında ek iş olarak yatırım danışmanlığı ofisi açmış olabilir..

Ayrıca söz hababam sınıfından açılmışken bölümün yönetimiyle ilgili hababam sıfının dahiyene fikri uygulanabilir, bence verim en az % 50 artar : 


10 Haziran 2012 Pazar

POMPACI KOLPA



Big boss az bile söylemiş bence. Ne o öyle big boss karşısında paraya taparcasına eğilip bükülmeler? O kolpa hareketler var ya daha ağır hakaretleri hak ediyor. Ya öyle ki sanki big boss sakso yap dese yapacak, iki büklüm olmalar, efendim demeler filan.. Bi düz dur, bi adam ol lan..

Sonuçta adam ortaya söylüyor, alması gerekenler de üstüne alınıyor o sözleri. En çok kimlerin o lafları üstlerine alındığı da ortada. Lafları üstüne alınan kişi de hak etmiştir bence o sözleri; adam haklı abi, en basitinden bugün kendi yapması gerekenleri beceremeyeceği için yine geldi benim işlerime soktu burnunu, sırf huzursuzluk vermek ve benim verdiğim kararları bozmak için; bu adam en basit tabiriyle bencil ve egoist, yani kendi egoları şirket çıkarlarının üzerinde; tamam bir yere kadar herkesin egosu vardır ama artık bu çizgiyi aşmış bence, egosu nedeniyle verdiği kararlar şirkete zarar veriyor.

Mesela buna çok güzel bir örnek bu sabah yaşandı; bugün sabah beni karşısında gördüğüne pek sevinmedi. Çünkü oğlan çok rahatsız işe dört elle sarıldığım için, halbuki şimdi çok çalıştığım için sorun çıkarsam, yoğunluktan şikayet etsem eleman ne kadar sevinir. Böyle ellerini ovuşturup başkanla konuşurken laf arasında beni ince ince doğrar, aslında bu olayı en başından tasvip etmediğini söyler, geçmişte verdiğin emekleri bir çırpıda siler atar. Demek ki neymiş, çok çalış ama üstlerinin çıkarlarını zedeleyecek kadar çok çalışma.

Bir de zurnanın son deliği muhabbeti var, söylenenleri üstüne alınmak istemeyen herkes kendini zurnanın son deliği olarak tanımlıyor. Komik olma kuzen larry, sen zurnanın son deliğiysen biz zurnanın kaçıncı deliğiyiz?



Ben pompacı esas oğlan dedikodularını anlatmak için yazıya başlamıştım ama gündem o kadar çabuk değişiyor ki bir anda esas oğlan 2-1 yenik duruma düşüp pompa eyleminin öznesi olmaktan çıkıp nesnesi haline dönüşüyor. E yazının gelişimi de klasik pompa eyleminin nasıl patlıcanın işle ilgili kararlarını etkilediği ve yine nasıl iş yapanların onun verdiği yanlı kararlar yüzünden haklarının yendiği üzerine olacaktı. Şimdi kendisi mağduru oynuyor ama bence yıllardır yediği bokların acısı çıkıyor.

2 Haziran 2012 Cumartesi

Handpackaging Bi' de Hentbol Vardı Dimi

Maazallah bu hentbolcular gibi soyunmasınlar

Öncelikle kendi kendimi siteden imha edip prosu ve kutuyu stoğa atmadığım için çok üzgünüm. O an ne yaptığımı bilemedim, bi' anda form değişim evrağıyla dımdızlak makinenin başında elim klavyenin üstünde kalıverdim. Neyse ki yine birlikteyiz, kavuştuk mu desem yoksa dip kuyulara doğru yol almaya devam ediyoruz mu desem ne desem acep recep?

Valla o an gözlerime inanamadım. Arkadan gördüm önce onu. Uzun bi tip, lan dedim ki bu? Kim var bizde uzun? Aklıma direk Battal reyiz geldi, yok dedim onu tanırdım, başka kim var uzun? Ben varım(!) ee ben zaten benim kim lan bu dedim. İnceden yanaştım, etrafı kestim, onun yanındakileri kontrol ettim hepsini tek tek tespit ettim ya da  check ettim diyelim ve kan ter içinde kalmış onu gördüm. Evet şaka değil bu gerçekten o idi. Aslında gömleğinden de tanıyabilirdim onu ama o an ki şaşkınlığımdan olmalı ki farkına varamamışım. Artık olayı finalize etme zamanı gelmişti. Evet artık ismini telaffuz etme zamanı geldi o çok şaşırarak gördüğüm aaaa oooo eeee iiii diyerek alfabedeki sesli harfleri teker teker çıkarmamın ardından hass. dediğim kişi bizim Uçan Kuş'muş meğerse.

Şu geçen 1 yılı aşkın sürede çok handpacker gördüm ama böylesine gayretli, kıçından ter akıtan, hadi hadi modunda olan, bi' yandan köyden indim şehre efsanesindeki gayret ağabey kadar olmasa bile gayretli bi' yandan da organize etmeye çalışan ama en kolpacısı da başkanın gözüne girmek için bak bende çalışıyorum gibisine yaptığı kolpa hareketler yapanı daha önce inan ki görmedim, bundan sonra da görmem gibime geliyor.

Tabi beni kadar çok şaşırtan olaydan sonra orada gördüğüm a-kuma, sakalını kestegel, kakara avize ve tabi ki patlıcanın oradaki hali ben hiç şaşırtmadı. Hatta hiç umrumda olmadı desem iyidir, yeridir. Çünkü onların bunu yapabilme kapasitesinin önünde bu civarda rastlamadım. Bundan sonra rastlayacağımı da hiç mi hiç sanmıyorum.

"Devam edecek" veya "finalize edilecek" or "to be continued" olmadı "bi' ara yazacağım panpa vakit yok" ya da "devam etmeliyim"  eksiği var "hentbolu yazacam daha" 

27 Mayıs 2012 Pazar

OĞLANA HALLEYDE Bİ HALLER OLUYOR

Özellikle de arendi bölümünden birileri oradaysa...

oğlan derken esas oğlan canım; artık bu g.t oğlan mevzuunu kapatıyorum.

red kit ve papazın çayırı şaşkınlık içindeler. çünkü esas oğlan çok pozitif ve hatta çok şakacı.

demek ki yalnız kaldığı zaman içindeki şeytan ortaya çıkıyor, etrafta kendi geleceğini ilgilendirecek birileri varsa insan olmaya çalışıyor ve hatta beceriyor be..

ne haller olduğunu anlatamam, yaşamak lazım ama buyrun burda yapılmışı var
(el hareketlerine dikkat) :


24 Mayıs 2012 Perşembe

G.T OĞLANI NE DEMEK?




Şımarık için bu kelimeyi kullandığıma birden çok üzüldüm. O yüzden bunun iş hayatı terminolojisindeki anlamını açıklamam gerektiğini düşünüyorum.

“Zevkle çalışanı şevkle öperler”

İş hayatındaki g.t oğlanlarını tanımlayan bir numaralı deyiş budur ki bizimki de bu sözün hakkını fazlasıyla veriyor. Bu davranışın bilinç altındaki sebebini anlatan kelime “tehdit” tir. bkz. http://www.isinalmanyadaniyi.blogspot.com/2012/05/uzulmedim-desem-yalan-olur.html Aklını kullanan, işini yapan adamın ilerisi için ciddi tehdit olma olasılığı bulunurken, beyinsiz yalakalarda böyle bir risk bulunmamaktadır. Bunlar sorgusuz sualsiz her denileni yapmayı düstur edindiklerinden oğlanın başı da ağrımaz. Ara sıra beyinsizliklerinden iş ve zaman kaybına neden olurlar ama artık gülü seven dikenine katlanır.

Bir de bunları mutlaka biri geçmişte bolca öpmüştür, bunlar da öpülmekten zevk almaya başlamışlardır. Sonra bir gün ellerine fırsat geçtiğinde aynı taktiği uygulamaya çalışırlar, sanırlarki herkes kendileri gibi kuzu kuzu öptürecek, öyle olmadığını görünce bunu hazmedemeyip apışıp kalırlar ve saçmalamaya başlarlar, işte o sahneler görülmeye değerdir. Merak etmeyin bir gün mutlaka sizin de başınıza gelecek.

Diğer bir yavşaklıkları ise içerden bir muhbir belirleyip onun söylediği yalanlara göre strateji belirlemektir. Muhbir kendi çıkarları doğrultusunda yalanlarını anlatırken bunlar ağzını açıp dinler, sonra hızla muhbirin oyuncağı şeklinde kararlar alıp uygulamaya çalışırlar. Eğer bu saçmalıkları anlatacağınız ve sizi anlayacak bir üst amiriniz varsa şanslısınızdır. Yoksa çokça sabretmeniz gerekir, taa ki o kişi gelene kadar. Bu bekleme süresinde akıl ve ruh sağlığınız tehlikeye düşer, bu da kaderin bir cilvesi.

Çetecilikte de(mobbing) üstlerine yoktur. İçerden seçtikleri birkaç sivri zekayı çok güzel kullanırlar ki o seçilenler kendini faşonun sıcak kucağına bırakmakta bir beis görmezler ve bilmezler ki aslında kendilerine en büyük kötülüğü faşo yapıyor. Yıllar geçer bu sivri zekaların beyinleri gittikçe boşalır (tabii bunun farklı sebepleri de olabilir; bkz. http://www.isinalmanyadaniyi.blogspot.com/2012/03/miadi-dolanlar.html ) öbürünün beyni zaten şeytanlıktan örümcek ağı ile kaplanmıştır, bir kaç belli şablon dışında düşünemez hale gelmiştir çoktan. İşte bu gerçek kötüler (bkz. http://www.isinalmanyadaniyi.blogspot.com/2012/04/eger-aptal-iseniz-bi-kot-bi-t-shirt.html ) bir araya gelip iyileri bezdirmeye çalışır, buna da yasalarda mobbing denir.

Dübel

Aslında benim en çok uyuz olduğum özellikleri de kibirleridir. Her fırsatta sınıf ayrımını vurgularlar, kendilerini üstün görüp bir b.k zannederler, diğer çalışanları it sürüsüne benzetecek kadar şuursuz, pervasız, fütursuz, terbiyesiz, ahlaksızlardır. Hatta onlarla aynı masaya oturmayacak kadar da eziklerdir aslında. Bu durumu en iyi anlatan mc ender ve mc erman olmuşlardır:

sınıf ayrımı yapanı da bize gönder
kıçına dübel çaksın erman ender

Dübel kelimesine bu kadar anlam yüklenen başka bir şiir yoktur herhalde..

Diğer bir faşolukları da sizi diğer çalışanların gözünde küçük düşürmeye çalışmalarıdır. Küçük beyinleriyle yaptıkları küçük hesaplar ile sizi diğer çalışanların oyuncağı etmeye, sinir bozmaya çalışırlar. Burda izlenecek en iyi yol da bence gidip olan biteni tane tane anlatıp hesap sormaktır. Zaten ne b.k yediklerini bildikleri için hemen savunmaya geçip masumu oynamaya başlarlar.

İşte, iş hayatındaki g.t oğlanlarının belli başlı özellikleri bunlardır.

Tüm bunlardan sonra bir daha düşündüm de az bile söylemişim oğlana.

Adam ol, adamın asabını bozma !!

Eyvallah..

18 Mayıs 2012 Cuma

BELE PUŞT GİBİN İBNE GİBİN Bİ ŞEY


Bu işte bir gariplik var ama ne? Sanki patlıcan projenin rayına girmesinden rahatsız, bir şeyleri bozmaya çalışıyor, bugün harroyu bozduğu gibi. Ama neden? Bu akşam papazın çayırı beni arayıp şımarığın kaçta çıktığımı sorduğunu söyleyince yine öncelikle bir öfkelendim. Ama sonra durup düşündüm (bkz. http://isinalmanyadaniyi.blogspot.com/2012/03/patlican-vs-damat-ferit-pasa.html  ) ve anladım ki bu adam benden korkuyor. Önce benim de içimde anlamsız bir korku peydahlanmıştı, ama sonra aslında onun benden korktuğunu anlayınca güldüm (içimden tabii, marketin orta yerinde kahkaha atacak halim yok, deli miyim ben?) Aslında benden korktuğunu telefonda konuşunca anladım, hem bir savunma halinde hem de ağzımı arıyor ibnetor. İlk başlarda benim oraya geçmemi hazmedemediğinden bozgunculuk yaptığını düşünüyordum ama bunun her insanın zaman zaman düştüğü dünya benim etrafımda dönüyor yanılgısından kaynaklandığını kısa zaman önce idrak ettim. Tabii istediği gibi at oynatamamak mutlaka bir rahatsızlık yaratıyordur ama bozgunculuğun ana nedeni bu olamaz herhalde. En güçlü sebeplerden biri Yaşar ne yaşar ne yaşamaz ile aralarının açılması olabilir, hem de ne açılma, sanırsın ki anasına küfür etmiş, hiç konuşmuyor mübarekler. Bunun temeli de kader gününde şımarığın ters köşeye yatmasına dayanıyor, bu muhtemelen o günlerde Yaşar ne yaşar ne yaşamaz hakkında ileri geri konuştu, adamı çileden çıkardı, aha şimdi de işler yoluna girdi, senin ki göt gibi dolanıyor ortalarda günlerdir. Tabii aslında tüm bu olayların tek bir sebebi var, o da patlıcanın katıksız bir göt oğlanı olması. Ya herhalde dünya üzerinde patlıcandan bu kadar nefret eden bir başka blog yoktur, elemanın bu kadar konuşulacak bir yanı da yok aslında ama bunları buraya yazmasam çatlardım J ama hissediyorum, o gün yaklaşıyor (bkz. http://isinalmanyadaniyi.blogspot.com/2012/04/nisan-ay-baharn-mujdecisidir-gunes.html )

17 Mayıs 2012 Perşembe

DOKTORLAR BİZİ NEDEN SEVMİYOR ?




Bi kere daha işe alımda bu işte bir cenabetlik var diye düşünüyorlardır kesin şımarığı karşılarında görünce. O böle gözlerini belerterek bakıyorsa doktorlara erkek olanların dalası kadın olanların kaçası geliyordur daha en baştan. Üstüne bir de insan kaynakları kendini tutamayıp o herkesin yalan olduğunu bildiği cevapları duymak için güya kişilik analizi yapacak sorularını sorunca yok ben almıyım diye düşünerek görüşmeden çıkılıyor, ama malum hayat şartları mecburen teklif kabul edilip işe başlanıyordur.

Ama daha ilk iş gününde patlıcana sorulan çok basit bir sorunun bile cevabının bu topraklarda çok zor olduğu görülünce pişmanlık duyguları yavaş yavaş gelmeye başlıyordur. Malum daha gariplerim patlıcanla mücadele yöntemlerini bilmiyor, karşılaştıkları aptalca durumlar karşısında cevap veremeyecek halde apışıp kalıyorlardır. Bir de giriş yaparken gerikalan gözüne çarptıysa taze doktorumuzun o anda iiisssyyyeeeeaaannnn duyguları hücum ediyordur beynine. Bir hassiktir çekip bir kaç gün daha sabretmeye çalışılıyor ama sonunda olm en ücra şark hizmetine gitmeye razıyım, yeter ki şu patlıcan uzak olsun diyip basılıyordur istifa.



Ne doktorlar geldi geçti, birinin yüzünü göremeden öbürü geldi, öbürünün adını duyamadan beriki geldi, berikine muayene olamadan diğeri vs.. vs.. bu böyle bir varmış bir yokmuş sürdü durdu, mübarekler jack shepard misali zamanda yolculuk yapıyorlar. Hurley ve kate geldi geçti, sıra jack shepard’ da.
           

Ya da onu bunu boş verin doktor tavsiyesini dinleyin;


9 Mayıs 2012 Çarşamba

Üzülmedim Desem Yalan Olur

Geldiğimden beri Orhan panpa ile birlikte en çok yardım eden birisiydi. Tabii sorumlu olarak bazı yardımları olacaktı ama o her zaman yardımını yanına hoşgörüsünü de koyarak yapıyordu. Hatta sevk ve idaresi o kadar fevkaledeydi ki anlayışını da koyarak yardımlarını hiç esirgemiyordu. Kuru kuruya pasta yemiyorduk sayesinde hep bi' çay bi' kola fanta oluyordu. Kendisinin de dediği gibi bi' nevi Lale Devri yaşıyorduk. Hiçbir zaman diğer koltuktaki yavşaklıklardan yapmamıştı, yapmak için de zaten o seviyelere düşemezdi. Çünkü bu benim değil çevredekilerin fikri-burada çok samimiyim-olduğu yere fazla geldiğini artık tüm şımarıkları koltuklarından edebilecek saha içindeki potansiyel tek tehditti. İşte tehdit kelimesi burada yazının tüm güzelliğini bozdu. 

Derken yılların birikintisi benim de boş boğazlığımdan da kaynaklı olarak geçmişin tozlu sayfaları tekrar açıldı. Geçmişten yola çıkarak gelecek kaygısı konuşuldu falan pişman derken patrona halil isyanı staylası ile bi' anda Lale Devri bitti.

Ne güzel ilk türk matbaası kıvamında ilk ambalaj bloğunu kurmuştuk, Sibel Can'ı da çağırıp sekonder alanda işçilere moral kıvamında Lale Devri çocuklarıyız biz adlı eseri seslendirme planları yapıyorduk, sonra Lale devrine kendimizi o kadar kaptırmışız ki ilk geçici ambalaj elçisi olarak hoşgörülü, samimi, yardımsever abimizi harroya gönderdik ama patrona şımarık isyanının bunu fırsat bileceğini tahmin edemedik ve masal burada son buldu.

Zaten bu saatten sonra Sibel Can yerine Halil Sezai'yi çağırıp isyeaeaeaeaeaean diye çığırtsak yeridir..

This is Calamity Jane

End of Lale Period // Coming Soon Kalamiti Jane Period

O gün zaten 16'layıp sabahlamış, 4 saatlik uyku ile Sibel Can'ın da verdiği heyecanla uykusuzluğu ve yorgunluğu umursamayarak gelmiştim. Aslında olacaklardan haberim vardı, sürekli konuşuyorduk ama bi' anda konuştuklarımıza fiiliyata dönüşmesi, masa-sandalye-pc üçlemesinin transpalet gidişinin ardından orada kalan boşluk sonrasında içimden derin bi "hassiktir" çektim.  

Bildiğin üzüldük, burulduk yalan yok. Sonuçta oturduğu koltuğa bile yavşaklığı bulaştırmış yeniçerilerin egemenliğinde, yalanın dolanın iftaranın saymakla bitmeyeceği, zor durumda duvardan başka sırtını dönecek başka kimsenin olmayacağı yalan rüzgarından hallice aşk-ı memnu tadında adını şımarık koydum kıvamında Ahmet Çakar'la dönüşü olmayan bi' yola giriyoruz.

Veda yazısını okuyunca üzüntüm, burukluğum iyice oturdu yerine. Yani ne demiş Bekir abimiz, "isyan etmenin faydası yok kaderin böyle eğ başını usul usul yürü şimdi". Ne de güzel demiş. 

Ama ofisler ayrı olsa da şımarık hepimizin şımarığı, blog hepimizin blogu  o zaman aynı dertlerde, kederde, gırgırda, şamata da buluşmak hatta devam etmek dileğiyle...

Other Calamity Other Games Big Games Under The Games During Games

7 Mayıs 2012 Pazartesi

VEDA YAZISI


Mayıs başlarken şöyle bir geriye dönüp nisana baktığımda öncelikle aklıma bezgin geçen martın sonunda verdiğim bomba gibi bir nisan sözü geliyor. O sözü de tuttuğumu düşünüyorum, iki kritik viraj dönüldü nisanda. Birincisi ukranyalılar (ömer üründül stayla) geldikleri gibi gittiler, ikincisi direkten dönen yeni bölümümüzde işler yoluna girmeye başladı. Direk demişken kılıçların çekildiği projenin karar gününde şımarığın ters köşeye yatması da projenin başarıya kavuşmasının yanında pastanın kreması oldu. Bunun yanında şımarık yine her bulduğu fırsatta huzursuzluk vermeye, fitne sokmaya devam etti. Bu iki olay için hafta sonu, resmi tatil, gece gündüz demeden çalışarak geçen ayın sonu da harcadığımız emeklerin karşılığı olarak iyi geldi ve yeni ayın başında gerçekleşen yer değişikliği ile mutluluk tavan yaptı. Aslında yeni ve muhtemelen sorunlarla dolu bir yola çıksam da kendimi charlie chaplin dansı yapacak kadar hafiflemiş ve enerjik de hissediyorum. Ayrıca her zaman kalplerimiz bir olsa da eskisi kadar yakın olamayacağımız dostları düşündükçe hüzünleniyor, öbür akıllıların başlarına geleceklerle ilgili de merak içinde bekliyorum. Pep ile belki de Barcelona altın çağını geride bırakırken, eski bölümümüzde de lale devrinin bittiğini söylersek yanılmış olmayız herhalde..


24 Nisan 2012 Salı

Eğer Aptal İseniz // bi' kot bi' t-shirt

İşte gerçek kötüler

Herkes dört dörtlük yöneticiye denk gelecek kadar şanslı değildir. Misal Sergio Pusscats bana aşıkken ve bütün herkes bunu bilirken neden benim yöneticim değil abiler şanssızlık diyorum lanet olsun..
Ne yazık ki, bulunduğu makama bilgi, tecrübe ve emeğiyle, ehliyeti sayesinde gelmemiş pek çok yönetici var. Sanırsın Einstein ölümsüz ve aramızda adam her yeri yönetiyor, böyle bi' kafa yok panpa, nato kafa nato mermer...
Bunlar, kifayetsiz oldukları için, sadece ‘emir kulları’ ile çalışmak isterler. Ona emir değil de kıçı geviş getirmek desek kimse niye öyle diyorsun demez...
Yani ‘doğru yere doğru adam’ değil, verilen kararın yanlış olduğunu bilse de ‘Aman efendim gene ne kadar güzel düşünmüşsünüz’ diye verilen işi yapar gibi yapacak adam isterler. Tabi adam derken adam demeye 1000 şahit lazım, var mı yok! O zaman adam da yok, o zaman bunlar ne? Adama benzemedik, sütü bozuklar #sertsekbenzetmeler
Kendisi yapmayacak zaten de, altındaki ‘isimsiz kifayetliler’e yaptıracak adama.  Cümlede ki anlatım bozukluğunu fark ettiniz mi?
Bu tür yöneticiler, ayrıca, buldukları (tabiatıyla kendilerinden de kifayetsiz) bu emir kulunun işini yapmasına zaten izin vermezler. Önce sandalyeden kıç kaldırmayı bilmek lazım sonra bakarsın işe güce, tabi onun içinde sevk ve idareye istinaden hoşgörü ve teknik bilgi, psikolojik yaklaşım, empati gibi şeyler lazım ama kifayetsiz olunca bunlardan da yoksun oluyorlar maalesef...
Her şeye karışır, sürekli müdahale eder, yol boyu kırk kere karar değiştirirler; en büyük tutarlılıkları tutarsızlıklarıdır. Benim haberim yok!
Ama bu, emir kulunu hiç rahatsız etmez, aksine işine gelir: Zaten kifayetsiz, korkak ve inisyatif kullanmaktan acizdir. O korkaklık patlıcanın yanına gidince ve patlıcan gelince öyle iğrençleşiyor ki o an oradan çıkıp gitmek istiyorsun ama bi' anda tarafına yöneltilen üstünlük hatırlatmak için sorulan saçma sapan bi' sual ile kendini sırıtırken bulabiliyorsun bu da gayet normal..
Sadece verilen emri yerine getirmekle yetinince, riske girmemiş olur. Risk mi Riks mi?
Verilen yanlış karar, yapılan yanlış uygulama (ki doğrusu nadirdir) cortlayınca da, kabahat yöneticide yahut da sadece talimatları yerine getiren emir kulunda olacak değil ya, ortaklaşa suçu yıkacak bir günah keçisi bulunuverir. Hadi onu işten çıkaralım?
Kifayetsiz yardımcı zaten yalan söylemeye, kifayetsiz yönetici de dinlemeye hazır ve alışıktır.Etrafını bu tür yala... pardon yardımcılarla dolduran yönetici, giderek, bırakın eleştirmeyi ‘tak deyince şak diye’ yapmayanlara tahammül edemez hale gelir. Beni hiç mi hiç sevmez? Ben ona bayılıyorum...
*
Eğer siz aptalsanız... Hey bize diyor sanırım?
Yani şirketin çıkarını gözetiyorum sanarak, yanlış karar ve uygulamaları alkışlamıyorsanız; koltuğunuzu korumanın ve terfi almanın yolunun işinin ehli olmaktan, işini hakkını vererek yapmaktan geçtiğini sanıyorsanız; sonunda benim kıymetim bilinir diye düşünecek kadar safsanız... şansınız yok demektir. Biz yine de böyle düşünelim de n'olur n'olmaz? Aklıma gelmişken eskiden bi' çizgi film vardı, lafalimpik olimpiyatları adında ve takımlar vardı. Takımın birinin adı da gerçek kötülerdi hani haberiniz olsun dedim...
Emir kulları sizi bir tehdit olarak algılayacaklar ve sizi, (sizin ulaşamadığınız ama onların sürekli beynini yıkadıkları) yöneticiye sinsi ve planlı bir şekilde gammazlayacaklardır. Bunun bi' kaç örneğini yaşadık ki önümüzdeki süreç bunun daha da fazla olmasına gebe ama kader bu...
Bir müddet sonra, etrafındaki bu yalancı halkasıyla gerçeklerden kopmuş olan yönetici, duyduklarına inanmaya başlar. İnanmasa bile, acilen bir günah keçisi bulunması gerektiğinin o da farkındadır. Bize içerden bi' adam lazım, içerden derken işletmeden...
Bu arada, yıldızınızın söndüğünü, ağır ağır kara deliğe dönüştüğünü anlamak kolaydır:Emir kullarının size karşı tutumlarına dikkat edin! Tespit budur...
Düne kadar, yani patron nezdinde itibarınız yerinde iken, ne olur ne olmaz diye, etrafınızda pervane olup yüzünüze gülen, sırtınızı sıvazlayanlar, odanıza uğramamaya, asansörde konuşmamak için cep telefonuyla oynamaya, koridorda sizi görmemiş gibi yapmaya, toplantılarda sizden uzak durmaya başladı mı... bilin ki tanrı katında rüzgar aleyhinize esmeye başlamış demektir. Misal inatla afiyet olsun, ısrarla günaydın diyenler, sümsük gibi arayanlar bi' anda casper olabilirler demek istiyor, bunu da zaman gösterecek bakalım...
*
Eğer siz çok aptalsanız...Yine bize diyor bak bak !!
Yani büyük bir istikrarla verilen yanlış kararları eleştirmeyi bir hak, hakkın ötesinde, şirketin çıkarları gereği göreviniz zannediyorsanız; 
Doğru bildiğinizi söylemeyi, dürüstlüğü marifet addetmeye devam ediyorsanız;
Yani, kendi çıkarlarınıza ters düştüğünü bile bile, işin gereğidir, şirketimin menfaatidir diye yöneticinizle ters düşmeyi göze alıyorsanız;
Hasılı (çok haklı olsanız da) şirketin çıkarını patrona karşı savunacak kadar akılsızsanız...
Hiiiç ağlamayın!
Ben de patron olsam, kendi çıkarını bile kollayamayan adamla çalışmam. Sanırım hep iyiniyet, hep güleryüz, hep elinden gelenin fazlasını yapma yerine biraz yanar döner ol, yalamalık yap, haberim yok mode on ol falan demek istiyor ama bunlar sonradan olacak şeyler değil ki yapında olacak ibnelik, yavşaklık. Ama sen şimdi yavşak ve ibneyi yanlış anladın hemen fark ettim. Neden mi? Bak yavşak derken bit demek istedim yani bi' nevi pislik, tiksinç, iğreaaançç misali. İbne derken de, ne olmuş yani Tayfur da Ersan'a ibne diyor ama yaptırım yok hatta ödül var, bak bugün battal reyiz de ibne dedi n'oldu hiç ödül falan yok. İşte hep iyi niyeti suistimal...

Yazının orjinali için Serdar Devrim'in kalemine sağlık mı desek ne desek nasıl derler bilmem ama helal olsun panpa desek daha bizden olacak gibi =)


bi' kot bi' t-shirt derken bundan bahsediyordum

13 Nisan 2012 Cuma

ŞİKAYET EDEN ZİHNİYET



Yanardağ kapalı, gerekli gereksiz çok konuşuyorsun ya. Dinlemediğimi ya da dinler gibi yaptığımı da belli ediyorum ama hala konuşmaya devam ediyorsun, bazen kasten insanı gıcık etmek için konuştuğunu düşünüyorum. Bir de çok fazla şikayet ediyorsun, en sevmediğim şey, şikayet edeceğine düzeltmek için bir şeyler yap. Neyse ki zamlardan sonra çenen şikayet kadar iş için de çalışıyor. Patlıcan eminim kulağına bir şeyler fısıldadı ama sonu hayal kırıklığı olabilir benden söylemesi.

Bugün özür günüydü herhalde, hızlı müdürden sonra akşam mağlup yuvakuran da geldi özür diledi. Patlıcana sordum böyle bir şey mi dedin diye, bunun çok basit bir şey olduğundan dolayı kabul ettiğini söyledi. Ya bırak artık bu ucuz oyunları, bu basit dediğin şeyi beni küçük düşürmek için yaptığını bal gibi biliyorum. Üstelik mağlup yuvakuran yalan söylüyor. Neyse sonuçta zararlı çıkan yine mağlup yuvakuran oldu patlıcana güvenerek. Zaten akıllı bir adam olsa bunu yapmaması gerektiğini yıllar içinde öğrenirdi, öğrenememiş. Ayrıca da şikayet konusunda yanardağ ile yarışır duruma geldi son zamanlarda, birader bırak vır vır etmeyi de işine bak, sonra böyle dansöz gibi kıvırmak zorunda kalırsın..

12 Nisan 2012 Perşembe

NİSAN BAŞLARKEN

Nisan ayı baharın müjdecisidir, güneş parıldar, çiçekler açar, insana mutluluk verir, tüm insanlık huzur, gelecek umutla dolar.



Gel gör ki bu 2012’ nin nisanı çok karamsar başladı, bunalımlarla dolu bir ay olacağı daha başından belli, kuzeyden gelen kara bulutlar şimdiden üzerimizi kaplamaya başladı. Ukrayna diyince herkesin yüzünde muzip bir gülümseme belirir, şimdi gelecek yaşlı ve şişman teyzeler o muzip gülümsemeye neden olan ablaların öcünü alacak gibi duruyor.



Bir yandan olağan işler tüm yoğunluğu ile devam ederken yeni bölümümüzde de operasyonlar yavaş yavaş başlıyor. bunu fırsat bilen patlıcan en usta olduğu dolap çevirme konusunda yeni manevralar yapma fırsatı buluyor. o pis beyninden neler geçtiğini çok iyi biliyorum ve bil ki adım atmak için doğru zamanı bekliyorum. kork olm benden...

8 Nisan 2012 Pazar

Episode 2:MD's


Koskoca şirket, milyar dolarlar, avrolar, makineler ya da makinalar, cihazlar, insanlar olaylar olaylar ama bi’ kargoyu getirtemiyoruz…. Diye başlarmışım yine=)

Kin of the King or King of the Kin Reyiz zaten bugün bayağı kızdı bana sonradan fark ettim. Demek ki neymiş, öyleymiş. Öyleyken öyle yapmamak gerekliymiş.  Ama yine de koskoca şirket, ufacık bi’ kargo… Yok yok tamam bi’ daha lafını etmem.

Gelelim bugünkü nohut yemeğinin faydalarına;

Marketten yoğurt alırken bakarsın son kullanması ne zaman diye, en ileri tarih olan hangisi ise onu alırsın,(Tanıtıcı reklam; Bim Dost Yoğurt)

Süt alırken bakarsın son kullanması ne zaman diye, “bozuk mu lan bu yoksa anaaaaam sirtacin süt değil mi lan bu” dersin( Burhan Altıntop stayla)

PC’ye parça alırsın, sonra o parçayı bi’ güzel bozarsın hatta “ben bunu yaparım la” diyerek bi’ güzel anasını bellersin ama olmayınca da anında yusuflarsın ve hemen “garantisi ne kadarmış lan bunun” diye sorarsın, üstünde bi’ etiket ararsın,

Devlete memur alırsın, polis, kaymakam, cart curt vs, bakarsın adam 30’undan gün almış mı, şu sınavdan bu puanı almış mı, bi’ nevi miad kontrolü gibi onu da kontrol edersin,

Bu liste bu şekilde uzar gider. Anlayacağın “miad” sen, ben, biz, siz, onlar farkında olmasak da gırgır-şamata yapsak da hayatın her anında bizimle birlikte yaşıyor. Biz bunu kabullenmiş ve olması gereken bi’ durum olarak yaşamaya devam ediyoruz.

Bu noktaya kadar her şey güllük gülistanlık gibi gözükebilir. İşte tam bu noktada susuz, sert, sek bi’ yazı vurgusuna geçiyorum. Artık episode 2 ‘nin kanlı sahnelerini gözler önüne seriyorum.

Yazının sek ve susuz olması fikri Orhan Akşam’dan çıktı, serin ve çok sert olması fikri de bendenizden çıkmıştır. Bilgilerinize sunar, keyifli bi’ yazı olmasını dilerim.


Gerikalan Gökyüzü’nün yıllardan beridir-benim gözlemlediğim 1 yıldır ama 5 yıldır olduğuna dair sağlam kanıtlar var- devam eden, karşısındakini deneme ve buna mutabık-ne demekse-olarak karşıdaki insanın kendine hakim olarak başlattığı sabır denemelerinin artık Guinness rekorlar kitabına girecek kadar geliştirmesi ile süregelen süreç, hafta pazartesiden cumaya kadar yine bizimle birlikteydi. Bizimle birlikteydi diye biten bi’ cümle okuduğum zamanlarda o cümleden hep umutla çıkmışımdır bugüne kadar. Ama karşımda ki hatta karşımızda ki bugüne kadar hiç karşılaşmadığım bi’ insan modeli. Hayır, insan dedim ama yanılmış olabilirim.

Normal şartlar, 22,4L 1atm 273K de, 7 milyar nüfustan gün almış, dünya ırkına mensup, basit sade saf  bi’ insanın, bi’ halk çocuğunun, bi’ garip vatandaşın bu kadar aptalca, dün gelmiş bugün denetime girmiş gibi, az önce doğmuş ama zorla baba yada anne söyletmeye çalışılan bebek gibi, gündoğarken şarkısına benzer gibi gibiyim dokunsalar ağlayacak çocuk gibiyim. Bak cümle devam ettikçe nasıl saçmalıyorum, nasıl sinirleniyorum, nasıl cinnetlerden cinnet beğeniyorum, dur dur sakinleşeyim to be continue yapıyorum hemen.

İnsan dedim ama bi’ insan başka bi’ insana üstteki paragrafta yazdıklarımı yazdırtacak kadar saçma sapan//saçmalık1//tavırlar içinde olamaz, olmamalı. 30 küsür yaşına gelmiş, hayatında izlemediği porno kalmamış, olmayacağını bile bile kurmadığı hayal kalmamış, 1 gün o koltuğa oturacağım diye oturmadığı kucak yapmadığı kucak dansı kalmamış bize benzeyen ama insan mı değil mi bilemediğimiz, insan olsa bile “lan bu işte bi’ ibnelik var” demekten kendimizi alamadığımız böyle garip bi’ cinsi bozuk ile karşı karşıyayız.

Ama Battal reyizinde dediği gibi o seni deniyor bile olsa, kasti bile yapsa, hatta 90+5 ‘te Arif Erdem gibi kendini yerden yere atsa, o da olmadı Yugoslav faulü bile yapsa oyuna gelmeyeceksin, sükunetini koruyacaksın. Bak sabır denilince nasıl kelimeler kullanıyorum. Sükunet olsun, mensup olsun bunlar güzel şeyler olmazsa sen bi’ de bunu gör battal kinci stayla =)

Yalnız ne giydiriyorum, aldım başımı gidiyorum, çekilin ben geliyorum. ccc PS ccc

Bu sek, susuz, sert ve serin yazıya ufak bi’ ara vermek zorundayım. Çünkü gerikalan gökyüzü yine bi’ yere sıçıp sıvamış, o yüzden ne diyoruz önce sabır sonra “mintaxla canım mintaxla

Advertorial reklam arasından sonra TRT FM de yine sizlerle birlikteyiz. Şimdi sizleri Saadettin Oktenay’ın naçizane güzellikteki sesinden “sevil neşelen sevme yanarsın” ile baş başa bırakıp, bi’ an olsun Gerikalan Gökyüzünün hiç geri kalmadığını, her şeye mantıklı yaklaştığını hissetmenizi diliyorum.

Mintaxla canım minaxla her zaman iyi gelmeyebiliyor ki #fatalerror verdirdi.

Yazının teee en başında örneklerle açıklamaya çalışıp, dikkat çeken isimlerle vurgulamaya çabaladığım miad konusunun, yıllarını geride bırakmış olanlar için neden sorgulamadığını hiç anlamıyorum. Ama 1 sn geçtikten sonra hemen anlıyorum ki sorgulamayı yapacak olan patlıcanın bile miadı dolmuş, kim kimi sorgulayacak diyorum, cevap veremiyorum.
Neyse şuradan rüzgarı alayım arkama, biraz daha giydireyim şu'na. Yalnız buna sadece ben giydirmiyorum. Yanlış anlaşılmasın. Misal doktor bey diyor ki arıyorum Battalı yerinde yok, mecbur diğer tarafı arıyorum bu salaklardan biri açıyor, anlaşana kadar üstümü başımı yırtıyorum diyor. Hatta battalı sormak için aradığım zaman eğer yoksa işi ona anlatmaya gerek bile duymuyorum diyor. Neden diyorum. Salak diyor, ikisi de salak diyor yani. Ben salak demiyorum mesela, çünkü "salak" o yaşam tarzı için iltifat olur, hatta onu yüceltmek gibi olur.

Rüzgarla devam...
Bi' insana şans verilir eyvallah. Herkesin bi' şans hakkı vardır. Sana yıllar önce biri şans vermiş, sana sorsak o şansı ben yarattım dersin, sonra da kiliseye gidersin. Ben bu şansı tek jetonla oyunu bitirmeye benzetiyorum. Ama sen oyun devam ederken sürekli jeton atarsan hiç ölmezsin ve sürekli şansını yenilersin. Bunu ufakken, deyim yerindeyse "göt kadarken"-sözüm blogdan dışarı ama işletmeden içeri-hepimiz yaşamışızdır. Atari salonuna gidersin ve senin tek jetonun vardır. O jetonla oyunu olabildiğince uzun süre oynamaya çalışırsın.Kaybetmemek için elinden gelenin fazlasını yaparsın. Hatta atari salonuna gelirken kafanda oyunla ilgili stratejiler geliştirir, bi' önceki günden daha fazla oynamak için konsantreni artırırsın. Daha fazla olaya odaklanırsın. 

Ama bi' çocuk daha vardır ki çok uyuz olursun ona. Parası çoktur, kendisi boştur, ablası hoştur, ver fanı gitsin yani. Bu lavuk elinde 10 tane jeton ile makinenin başına oturur. Oyunu kaybetmek gibi bi' tasası ya da daha fazla nasıl oynarım diye bi' düşüncesi yoktur. Onun olayı "bak bende buradayım ve başka hiçbir amaca hizmet etmiyorum" 'dur. Oyunda yenileceği an hemen cebinden diğer jetonu çıkarır ve hop oyun hep devam eder. Hiçbir zaman kaybetme korkusu yoktur. Ama o salona tek jetonla gelen çocuk 'game over' yazısını gördükten sonra o anda ufak yaşta olmanında etkisiyle nasıl üzülür, nasıl saçmadır//saçmalık2//ama gelecek adına mantıklı bi' üzüntüdür.

Gerikalan burada salona 10 jetonla gelen ve bi' elinde o meşhur amerikan bebelerinin yediği hamburgerden olan stajyerden bozma tipiyle yer almaktadır. Onun dışındaki herkes hata yapmamak ve elindeki jetondan-işinden-olmamak için, varını yoğunu ortaya koymaktadır. Gerikalan ise bilerek yenilip-hatalar yapıp-nasılsa jetonum var diyerek-patlıcan da jeton oluyor burada-oyunun keyfini çıkartırken arkasında tek jetonla vakit kazanmaya çalışanları cinnetlerden cinnetlere sokmaktadır. Jetonların tamamını bitirince de zaten saçmalıktı deyip gidecektir.

Şöyle bi' baktım da bu yazı uzar gider, zaten sen ben uzatmasak bu yazıyı, yarın gerikalan gelir, tepenin tasını attırır, bi' de "saçmalık" der, mal mal güler, sonra sen yine alırsın klavyeyi elinin altına başlarsın Episode 3 'ü yazmaya. O yüzden burada kesiyorum dostlar.

Sabırlı olalım, belki geçer.


31 Mart 2012 Cumartesi

PATLICAN vs. DAMAT FERİT PAŞA


safım geri kalan dün patlıcanın benim değişikliği tasvip etmediğini yumurtlayınca önce biraz sinirlendim. ama bugüne kadar şunu da öğrendim ki bir olay karşısında ilk hissettiğin şeyler bir futbolcunun önemli bir maçın hemen ardından verdiği demeçler kadar saçma oluyor.(saçma demişken mart ayı içinde bir gün farklı kademelerden 3 farklı kişinin 3 farklı olay karşısında saçmalık yorumunda bulunduğu aklıma geldi, güzel bir enstantane idi). sonra düşündüm, ben seni külliyen tasvip etmiyorum be adam. senin beni tasvip etmemenin damat ferit paşanın Atatürk hükümetini tasvip etmemesi gibi bir şey olduğu kanaatine vardım.(bu arada sende de ne hırs varmış be kardeşim, az geri dur da başkaları da bir şeyler yapabilsin, başkaları da kendini geliştirebilsin, başkaları da insiyatif alabilsin, bıktırdın valla). ve ekşi sözlükte gördüğüm entryler sonrası benzetmenin cuk oturduğunu farkettim ve mart ayını bu post ile sonlandırmaya karar verdim, herkese sağlıklı bir nisan ayı diliyorum..

5.inkılap tarihi derslerinin vazgeçilmez deccalı, maceralarını vay namıssız nidaları arasında takip ettiğimiz bir nevi arsene lupen. bir de inkilap tarihi kitaplarında şöyle yarım yan dönmüş fesli redingotlu köstekli posbıyıklı bir resmi vardır ki ağzına çok cinsel organ çizilmiştir. her vesile ile vatanı satmış bundan bıkmamış utanmamış atatürk'ün karşısına her seferinde bir bölüm sonu canavarı olarak çıkmıştır. bu adamın sayesinde ferit isimli kişilerden tiksinmiş ve hep biraz mesafe ile bakmışımdır o kişilere. hoş bunun bir sebebi de rıfat ilgaz'ın bacaksız serisindeki karaktersiz ferit derler'di ama bu hususun konuyla bağlantısı endirektir. kendisi iyi eğitim almış hırslı ancak yetersiz bir kişiydi. kifayetsiz muhteris deyince de aklıma damat ferit gelir bakınız bu kadar tesadüf olamaz. ülkenin ve kendisinin ilerlemesini ingiliz yakınlığında bulmuş ve ingiliz muhipleri derneğini kurmuştur. tabi bu tür eforları taklaları karşılıksız kalmamış zaten oyuncak olmuş osmanlı devleti'nin sadrazamlığına emme basma tulumba gibi 18 ayda 5 kere gelmiştir. matah bir herif değildir ancak resmi tarihin bu ülkede en acımasızca şamarladığı adamların başında gelir bakın 30 saniyede yazdığım entry'ye hırsımı alamadım ekrana da iki tane patlatmak istiyorum evet sersem bir kişiyim
.................................................................................
12.vahdettin'in kayınçosudur.daima dünyaya bir türk olarak gelmektense ingiliz olarak gelmeyi yeğlemiştir.beyni az çalışmakla birlikte vaktinin büyük bir bölümünü saçlarını biriyantinlemek kadınlarla gezme tırnaklarını törpülemek ve kendi çapında katıldığı davetlerde birilerini güldürebildiğini sanmakla övünür.artan vaktinde ise evrak imzalamıştır.
....................................................................................
17.padişah vahdettin' in ifadesi ile dünyada bulunan üç melundan biri. diğer ikisi padişahın kız kardeşi yani damat ferit'in eşi, diğeri bu ikilinin oğlu, padişahın yiğeni sami. tarihimizin hafızalarda pek hoş anılar bırakmamış karakteri.
....................................................................................
18.vahdettin'in 5 kez görevlendirdiği, batıya olan ilgisiyle tanınan, sevr anlaşmasını imzalayan ve ingilizlerin bir nevi maşası haline gelmiş sadrazam. istiklal savaşından sonra diğer (bkz: yüzellilikler) ile birlikte türk vatandaşlığından çıkarılmıştır, hainliği bir yana korkaktır.
.....................................................................................
19.dahiliye nazırı olduğu balkan harbi esnasında gönüllü olarak orduya yazılmıştır. görevi mi? edirne'de konuşlanmış birliklerimize "rumeli bizim vatanımız değil, neden onlar için ölelim ki?" fesadını aşılamak. mehmed şükrü paşa, hatıratında bu adamın ne boklar yediğini harfiyyen yazar. bu dalavereleri sonrası damat feriti huzuruna çağırıp yaptıklarına bir dakika daha dayanamayacağını, edirne'de kaldığı takdirde kendisini derhal idam edeceğini söyler. damat ferit de çekip gider.

30 Mart 2012 Cuma

Hatalar Zinciri

Mart'ın son günlerini geri de bırakırken, o meşhur bahar yorgunluğundan mıdır nedendir bilmiyorum ama bu hafta Orhan Akşam dışında, Kincilerin kincisi Battal reyiz de dahil fazla efor sarf etmeden haftayı sonlandırdık. Tabi bu durum bana göre böyle olabilir, çünkü ülkede ki tüm halı sahalar da dahil olmak üzere boş araziler, tarlalar, D-100 karayolları, TEM, E-5, E-6 falan 1 haftalığına bana bağlı olarak uzmanlık alanımdaki saha kontrollerine girdiği için efor sarfetmekten çok çenemi yordum. Dişlerim de bi' fena bi' fena olmuş çene yorulunca o da yıpranmış, tam da şopara gitme vakti=)
Derken haftanın son gününde es kaza karambole, tarlaları sürdükten sonra-aziz başkan stayla-bi' kaç saatliğe oturumuma geçtiğim anda başıma geleceklerin biraz farkındaydım sanki. Olaylar tam da şu şekilde gelişti. Ekran pusulu bi' görüntüye döner, remember yapılır ve her zaman tipi çok merak edilen o dış ses konuşmaya başlar. "Bence olaylar şöyle gelişti."

O dosya ile göz göze geldim ve alıp almamakta tereddütlüydüm, önce bugün aklıma gelen lakabı dongi dongi diyerek makarasını yaptığım-taklidini de yaparım çok basit-yanardağ kapalıya bıraksam mı diye düşündüm. Ama yok lan şurada oturuyoruz, bize yakışmaz alalım dosyayı dedim, sonra serileri falan kontrol ettim. O ara yine ofis içinde tuhaf bi karambol havası esti, giren çıkanlar oldu, arada inatla mesaj yazan bi hızlı müdür vardı. Derken, foil'i imzalamak için aradım ama bulamadım, yere baktım yok. Dosyanın ilk sayfasına baktım yok. Diğerine baktım yok. Nerede lan bu dedim sesli bi şekilde ama o karambolde kimse ne saçmalıyorsun olum demedi. Derken teeeee bilmem kaçıncı sayfadan buldum ve direk imzayı çaktım. Sinirden hiç bakmadım. İtiraf ediyorum, çörçili denedim. (bu arada çörçilin kim olduğunu da söylemiş oldum.)

Sonra patlıcan şımarığın yanına işletmemizde ki bi konuyu arz etmek için-pixel üvey-gittiğimde yüzüme foil olayını vurmasını inanın ki hiç umursamadım. Çünkü o an king of the kinciler ' den Battal reyizin gazındaydım ve Patlıcanın ne dediği ile ilgilenmiyordum. Yani bu yazının buraya kadar taşınması ile patlıcanın olanı biteni yüzüme vurması ve olayı patlıcan taşıyanlarla alakası olmadığını anladım.

Neyse ya konuyu bayağı uzattım, dallandırıp saçmaladım. Ama patlıcanın benim imzamın olduğunu bildiği halde bilmiyormuş gibi davranıp bana böyle saçma sorularla gelmesi hiç umrumda değil ki diğer yalamaların bunu ona yetiştirmesi ile hiç ilgilenmiyorum.

Peki neyle ilgileniyorum?

O an hızlı müdürle çok makara yaptım, cezamı buldum diye düşünüyorum, batıl inançlarım var böyle.

Kendime yakın gördüğüm dostlarıma karşı böyle bi durumda karşı karşıya gelmek ve devamında dostların beni direk eleştirmekten istememelerini fark etmek... bu anda yerin dibine girsen daha iyi. Şöyle 10-15 kat aşağı doğru insem falan.

Bu yerin dibine girme olayını eyfidi yapılan bi yurtdışında da yaşamıştım, hadi o zamanlar yeniydim falan ama yine de 2-3 gün etkilenip rüyamda falan görmüştüm.

Demek istediğim tam olarak anlatamamış olabilirim ama anlayışınız için teşekkür ederim.

Yarın sarıyer'e de nasıl gideceğim, hiç bi' fikrim yok=)

28 Mart 2012 Çarşamba

MART AYI BİTERKEN

Valla martın sonunu zor getirdik, boşuna dememişler mart ayı dert ayı diye. mübarek 31 çekiyor bir de 31'i cumartesine denk geliyor, hepten bunalttı yani. öncelikle tepedeki belirsizlik aşağıya zamların gecikmesi olarak yansıdığından başta yanardağ kapalı olmak üzere isyanlardayız, önümüzü göremiyoruz, acil belirlensin artık şu zamlar. ha belirlendiği zaman da kimsenin memnun olmayacağından adım gibi eminim. neyse en azından konu değişir. bir başka belirsizlik de bizde var, taşlar yerinden oynayacak ama hangi taş nereye yuvarlanacak belli değil, böyle arafta kalmış ruhlar gibi hissediyorum, bu da son zamanlarda beni biraz geri kalan gökyüzüleştirdi galiba, bazen kendimi uyuz uyuz oturup masada boş işlerle uğraşırken buluyorum, hatta bugün müzik filan çaldım odada. ama hayatta öğrendiğim şeylerden biri beklemeyi çok iyi bilmek lazım, hele ki böyle her gün her türlü değişimin olma olasılığı olan zeminin kaygan olduğu yerlerde, beklerken de işine bakmak lazım tabii. şu ay bitsin söz nisanda bomba gibi olacağım, Allah' tan panteliç ve orhan akşam var, sahada basmadık yer bırakmadılar, xavi iniesta gibisiniz Allahıma.. xavi iniesta demişken geçen sene bu zamanlarda barcelona ve ispanyayı konuşuyorduk, bu sene yine aynı zamanlarda ispanya konuşuluyor çok gereksiz bir sebepten, umarım seneye gideceğimiz için yine ispanyayı ve barcelonayı konuşuyor oluruz. bu ay yine benzer bir sebepten daha doğrusu sonucu bu oldu; bir de kadına şiddet vakası yaşandı, ama her zaman içimizde küçük de olsa bir şüphe kalacak bu işin belki de erkeğe şiddet olduğuna dair. bu arada her zamanki rutin yoğunluğa ek olarak harroda kılıçlar çekildi,paul scholes, oliver harald, stefano morrone ve ekibi bizi terk etti gitti, mülayim ve sihirli lamba da uğramaz oldular, kaldık el elde baş başta, öyle arada bir kaç boynu bükük mail ile idare ediyoruz işte. başka ciddi bir iş de aylar süren uzun çalışmalardan sonra kayıt kuyut sistemi tamamen değişti, hakikaten üzerimden büyük bir yük kalktı, bir ara hiç bitmeyecek sanmıştım, hatta rüyalarıma giriyordu ama neyse ki son halini verdik merete, şimdi saatler süren imza seansları var, sonra düzlüğe çıkacağız inşallah, hatta bu üzerimdeki yorgunluk bu iş bittiği için mi diye bile düşünüyorum bazen. genel vaziyet budur, unuttuğum şeyler vardır diye topu xavi ve iniestaya aktarıyorum, orhan akşamın postlarını da dört gözle beklediğimi bir kez daha vurgulamak istiyorum. ve yazımı bu kadar barcelonadan bahsetmişken bir kaç güzel barcelona fotoğrafı ile bitiriyorum. sağlıcakla kalın dostlar...









25 Mart 2012 Pazar

BUDUR



bu güzel hafta sonunu hafif rüzgarlı, daha çok güneşli ve mangalsız bir piknikle çatalcada tamamladık. bayağı görmemişler gibi hava da tam ısınmadan kendimizi kırlara attık. temiz havada yemekten sonra lezzetli bir çayın pikniğin en güzel tarafı olduğunu söylememe gerek yok herhalde.

doğada elektrik işleri de çok basit. öyle arıza numarası, sabah toplantıları, uzun beklemeler, aç kapa düzelt filan yok. çorabı çıkarıp toprağa basıyorsun. olay budur..

24 Mart 2012 Cumartesi

KISIR DÖNGÜ


bugün 12-17 vardiyasını büyükçekmece sahilde geçirdim.. çoluk çocuk saatlerce sahilde vakit geçirdik. kasvetli geçen kıştan sonra gerçekten ihtiyacımız olan güneşli bir etkinlikti. ve eve döndükten sonra orda geçirdiğim saatlerde gram işi düşünmediğimi farkettim. insanın buna kesinlikle ihtiyacı var. işyerinde geçirdiğimiz zamanlarda genellikle gerçekten uzaklaşıyoruz ve dışındaki zamanlarda gerçeğe geri dönüyoruz bence, düşüncelerimiz daha sağlıklı hale geliyor. eğer iş yerini ve orda olan biteni, orda ki karakterleri çok kafaya takarsanız saçma sapan entry' ler olabiliyor (bkz. miadı dolanlar:)ve şuna da bir kez daha inandım ki hafta tatili kesinlikle 2 gün olmalı, bu cumartesi çalışmasını çıkaranın Allah bin belasını versin. ben de çok cumartesi dahil vardiyalara ve cumartesi hatta pazar mesailerine geldim, ne çalışıtığından ne tatilden bir bok anlamıyorsun, öyle yuvarlanıp gidiyorsun.. nedir lan bu hırs, nereye kadar üretim, ürettiğin şeye insanların ihtiyacı var mı acaba gerçekten, belki de senin yarattığın yaşam koşulları yüzünden insanların senin ürettiğin şeye ihtiyacı oluşuyor, ahlaklı olun biraz a.q.

23 Mart 2012 Cuma

YOK ARTIK LE BRON JAMES



Memleket James' in memleketi değil ama ne yapalım deyim böyle yerleşmiş.. az kuzeyde sacremento, az güneyde kobe olacak, okyanustan biraz içeri devam ettiğinde las vegasa varacaksın, düşün ki google maps açıldığında ilk gözüne çarpan yer burası, neyse fazla uzatmayayım california eyaletinin san francisco kazası burası; az da olsa burda yaşama fikri heyecan verici her türlü zorluğuna rağmen. demek ki gidesim aşağıda saydığım nedenlerden hiçbirinden gelmemiş, gerçekten bir gitme durumu varmış da ben yeni öğreniyorum :)

22 Mart 2012 Perşembe

GİDESİM VAR

Bahar yorgunluğumudur, belirsizlikmidir, yoğunlukmudur, hastalıkmıdır, karışıklıkmıdır, mutlulukmudur, üzüntümüdür nedir sebebi bilmiyorum ama acayip gidesim var; patlıcanın her an arkandan iş çevirme potansiyelindenmidir, tamam her yerde bunlardan mutlaka vardır ama bu kadar yakınında gerikalanın insanı çileden çıkaran vurdum duymazlığındanmıdır, yanardağ kapalının sinsilik akan tavırlarındanmıdır, her şeyin yarım yamalak oluşundanmıdır, herkesin ucuz işler peşinde koşmasından, kendini bir bok zannetmesindenmidir, öyle bir an geldiğinde en yakının olarak düşündüklerinin bile seni satacağını bilmenin ağırlığındanmıdır, tüm günü kalamiti jane ile geçirmiş olmanın hafifliğindenmidir, eninde sonunda burdan bir şekilde gideceğini ya da her şeyin boş olduğunu bilmektenmidir... sebebi nedir bilmiyorum ama tek bildiğim şey feci şekilde gidesim var. Öyle şiirdeki gibi başka türlü bir yer olmadığını da biliyorum üstelik... neyse ki dostlar var, yoksa hiç çekilecek çile değil...

16 Mart 2012 Cuma

MİADI DOLANLAR



Beavis ve Buthead, sizin bile hayata bakışınız gerikalan gökyüzünden daha anlamlı, siz bile ondan daha sevimlisiniz ve tabii ki daha eğlencelisiniz.

Geri kalan gökyüzü tam miadı dolan ilaç gibisin, sistemde görünüyorsun ama gerçekte hiçbir işe yaramadan imha edilmeyi bekliyorsun. bir de depoda yer kaplıyorsun, bir de en uyuz yanın insanların kafasını meşgul ediyorsun.


sen herkesi kendin gibi aptal mı sanıyorsun, yıllardır asalak gibi milletin sırtından geçin git bir de üstüne üstlük sağdan soldan duyduklarınla boş hayallere dal.

biz senin ciğerini biliriz, salağa yata yata iyice salaklaştığının farkında değilsin.
ama artık miadın doldu, miadı dolan her şey gibi sen de hakettiğin yere gideceksin..



ha bir de şunu da bil bugüne kadar çektirdiğin ızdırabın karşılığı şudur:



nacizene tavsiyem de daha az otuzbir çekmen, belki bu şekilde beynin apış arandan kafana çıkabilir..